Müminlerin Korku ve Endişeden Uzak Huzurlu Hayatları
İman etmeyen insanlar olayların Yüce Allah'tan bağımsız olarak gerçekleştiği (Allah'ı tenzih ederiz) yanılgısına kapıldıkları için hayatları boyunca korku ve endişe içinde yaşarlar. Olayların ters gidiyor gibi görünmesi, zahiren (görünüşte) aleyhlerine gelişmesi durumunda büyük bir üzüntüye kapılır, umutsuzluk içine düşerler. Allah'a tevekkül etmedikleri için daima gelecek kaygısı içinde yaşarlar. Oysa Allah'ın kainattaki tüm varlıklar üzerindeki hakimiyetini ve kendisi için daima en doğru, en güzel ve en hayırlı olanı yaratacağını bilen bir mümin, tevekküllü ve teslimiyetli bir tavır içinde olur. Bundan dolayı da her zaman rahat ve huzurludur.
İman edenler için yaşanan veya yaşanması muhtemel her türlü olay karşısında son derece sabırlı ve tevekküllü davranmak, bunların karşılığını ahirette en güzeliyle almayı umut etmek esastır. Oysa ki, Allah'a inanmayan, herşeyin Allah'ın kontrolünde olduğu gerçeğini bilmeyen, olayların sözde tesadüfen geliştiğini ve varlıkların başıboş hareket ettiğini zanneden bir insan için sayısız tehlike kaynağı mevcuttur. Bu kişi daima korku ve endişe içinde yaşar. Dünyada olabilecek en mükemmel şartlar altında yaşasa dahi, bu korku ve endişelerinden kurtulamaz, gerçek huzuru ve mutluluğu bulamaz.
Din ahlakından uzak yaşayan bu kimselerin duyduğu binlerce korkudan birkaçını şöyle sıralayabiliriz:
Fakirlik Korkusu:
Fakir düşme korkusu, Allah'ı ve ahiretin varlığını inkar eden (Allah'ı tenzih ederiz) veya tam anlamıyla iman etmeyen insanların hemen hemen tümüne hakim olan en büyük endişelerden biridir. Böyle bir toplumda son derece zengin olan, hayatlarının sonuna kadar fazlasıyla yetecek para ve mal varlığı olanlar bile kendilerini bu korkudan kurtaramazlar. Bu korkularından dolayı da cimrilik denilen hastalığa yakalanırlar.
Yaşlılık Korkusu:
İman etmeyen insanlar gençlik ve güzelliklerinin yok olmasına dolayısı ile çevrelerinin ilgisini kaybetmelerine, bedenlerinin yıpranıp çirkinleşmesine, aciz ve muhtaç duruma düşmelerine sebep olacak, en önemlisi de ölüme çok yaklaştıklarını hatırlatacak olan yaşlılıktan korkarlar.
Hastalanma Korkusu:
Yaşamının sadece dünya hayatıyla sınırlı olduğunu düşünen kimseler hastalanmaktan da şiddetle korkar ve hayatları boyunca bu tedirginlik içinde yaşarlar. Hastalığın sebeplerinin Allah'tan bağımsız geliştiğini (Allah'ı tenzih ederiz) düşünürler. Hastalandıklarında şifa verenin Allah olduğunu unuturlar ve sürekli korku içinde yaşarlar.
Müminler, şer gibi görünen olayların aslında kendileri için büyük bir hayır olduğuna iman eder ve Allah'a tevekkül ederler. Bu, sadece müminlere has bir özelliktir. Peygamber Efendimiz (sav) bir hadisinde bu konuyu şöyle ifade etmiştir:
"Mü'min kişinin durumu ne kadar şaşırtıcıdır. Zira her işi onun için bir hayırdır. Bu durum, sadece mü'mine hastır, başkasına değil: Ona memnun olacağı bir şey gelse şükreder, bu ise hayırdır; bir zarar gelse sabreder bu da hayırdır." (Kütüb-i Sitte, Muhtasar? Tercüme ve şerhi, 2.cilt, s. 208)
Ölüm Korkusu:
Bazı kimselerin en büyük korkularından biri ise ölüm korkusudur. Ancak ölüm gerçeğini ne yaparlarsa yapsınlar değiştiremezler. Ayetlerde bildirildiği gibi, ölüm her insan için kaçınılmaz bir sondur. Dünyanın en zengin, en itibar lı, en ünlü, en güzel insanı da mutlaka ölecek ve sahip olduğu bu özelliklerden hiçbiri, ona ahirette bir fayda sağlamayacaktır. Ahirette insanların değerlendirilecekleri tek ölçü 'takva'ları, diğer bir deyişle Allah'a karşı olan samimi imanları olacaktır. Kuran'da ölümden kaçış olmadığı insanlara şöyle hatırlatılmıştır:
"Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile..." (Nisa Suresi, 78)
Sahip Olduklarını Kaybetme Korkusu:
İman etmeyen insanların hayatları sadece dünya ile sınırlı olduğu için tüm ömürlerini kendilerine bir fayda sağlamayacak mallar edinmek, para biriktirmek, çocuk sahibi olmak gibi tamamen dünyaya yönelik olan konularla harcarlar. Bu sayılanlar, elbette Yüce Allah'ın meşru kıldığı nimetlerdir. Ancak bu işlerin, yalnızca Allah'ın rızası aranarak yapıldığı zaman Rabbimiz Katında değer görmesi beklenebilir. Yoksa iman etmeyen kişilerde olduğu gibi, önce tüm hayatlarını bunları elde etmek için harcamak, sonra da geri kalan hayatlarını bunları yitirmekten endişe ederek yaşamak elbette doğru değildir.
Yalnızlık Korkusu:
İman etmeyen insanları en çok sıkıntı ve mutsuzluğa düşüren korkulardan biri de yalnızlıktır. Bu duygudan kurtulmak için sahte dostluklar, çıkar ilişkisine dayalı arkadaşlıklar, yanlış evlilikler yaparlar.
"Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır. Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah'ın) verdikleri dolayısıyla sevinip-şımarmayasınız. Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez." (Hadid Suresi, 22-23)
Müminler Neden Korku ve Endişeye Kapılmazlar?
Günümüzde din ahlakının yaşanmadığı toplumlarda insanların büyük bir bölümü, dünya üzerinde yaşanan düşmanlıklardan, kargaşadan, korku ve endişelerden uzaklaşmanın, huzur, güven ve barış içinde bir hayat kurmanın yollarını aramaktadır. Bu nedenle içlerinden bir kısmı çeşitli tedavilere ve ilaçlara dahi başvurmak zorunda kalmaktadırlar. Ancak bu yöntemlerle hiçbir zaman istedikleri huzur ve mutluluğu yakalayamamaktadırlar. Çünkü bu kişilerin hayatında önemli bir eksiklik vardır. Bu eksiklik, imandır. Allah bu kişilerin durumunu şöyle bildirir:
"Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir." (Enam Suresi, 125)
Ayette buyrulduğu gibi bu korkulardan kurtulmanın yegâne yolu iman etmek ve Yüce Allah'a teslim olmaktır.
Yüce Allah'a Güven ve Kadere Teslimiyet
Bir kişi, başına gelebilecek hiçbir olayı önleyemez, önceden zihninde bunları düşünmesi, olaylar hakkında korku ve endişeler yaşaması da onu başına gelecek olaylardan korumaz. Rabbimiz kullarını "De ki: "Allah'ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim mevlamızdır. Ve mü'minler yalnızca Allah'a tevekkül etmelidirler"." (Tevbe Suresi, 51) ayeti ve daha birçok ayet ile uyararak her şeyi yaratanın Zatı olduğunu ve insanın yaşayacağı kaderin daha o kişi doğmadan yazılmış olduğunu bildirir. Hiç kimse geçmişte yaşadığı ve o an için kötü gibi görünen olaylar karşısında şu anda korkuya kapılmaz. Çünkü o olaylar yaşanmış ve bitmiştir. Gelecek de aynı şekildedir. Rabbimiz Katında kaderimizdeki olaylar, Yüce Allah'ın dilediği biçimde yaşanmış ve bitmiştir. Dolayısıyla gelecek sadece bizim için bilinmezdir. Bu durumda kişinin korku içinde geleceği beklemesi son derece yersizdir. İşte müminler Kuran'da bildirilen bu sırrın şuurunda olduklarından, Yüce Allah'ın belirlemiş olduğu kadere tam teslim olmuşlardır. Bu nedenle hiçbir olay karşısında paniğe, korkuya kapılmazlar. Çünkü herşey Yüce Allah'ın kontrolündedir. Rabbimiz ise müminlerin en büyük dostu ve vekilidir.
Yüce Allah'ın Vaadlerini Akılda Tutmak
Yüce Allah bir Kuran ayetinde kullarını çeşitli biçimlerde deneyeceğini bildirir. Nitekim Rabbimiz "Andolsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele." (Bakara Suresi, 155) ayetinde bu gerçeği haber verir ve sabır gösteren kullarını cennetle ödüllendireceğini bildirir. Yüce Allah'ın vaadi haktır. Bu nedenle samimi olarak iman etmiş olan kullara düşen, bu ayetin kendi üzerlerinde tecelli etmesinden dolayı büyük bir heyecan duyarak şükretmek ve Yüce Allah'ın cennet vaadini düşünerek bunun kazandırdığı imanın ve ecirlerin neşesini yaşamaktır.
Yüce Allah'ın Her Şeyi En Hayırlı Biçimde Yarattığını Unutmamak
Beklenmedik olaylar, umulmadık gelişmeler zaman zaman her insanın hayatında yer alabilir. Kimi zaman herşey insanın tam istediği, arzuladığı şekilde gerçekleşirken, kimi zaman da ilk bakışta aksilik gibi görünen pek çok olay art arda gelebilir. İşte insanların bir kısmı daha bu olaylar gerçekleş meden bunun korku ve endişesine kapılarak, Yüce Allah'ın herşeyi hayırla yarattığını unuturlar ve azap içinde sıkıntılı bir hayat yaşarlar. Oysa Yüce Allah'ın hazırladığı kader bir bütün olarak kusursuz yaratılmıştır. Milyonlarca olaydan oluşan bu bütünde, hayır gözüyle bakan insan için sadece güzellikler, hayırlar ve hikmetler vardır. Mümin irade ve aklıyla olayın şekli, kişileri, günü, yeri ne olursa olsun, herşeyin hayır hükmünde olduğunu asla unutmaz. Kendisi o an bu hayrı göremiyor olabilir, ama önemli olan herşeyin hayırla yaratıldığına kesin olarak inanmaktır. Nitekim Yüce Allah bir ayetinde kullarını şöyle uyarmıştır:
"... Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz." (Bakara Suresi, 216)
Sonuç: Müjde Dünyada da Ahirette de İman Edenlerindir
Daha önce de belirttiğimiz gibi, korkulardan arınmış güzel bir yaşam sürmenin tek yolu 'Allah'a tevekkül'dür. İnsan ancak tevekküllü olduğu müddetçe huzuru bulabilir. Herşeyin Allah'ın yarattığı kadere uygun işlediğinin güvencesini hisseden bir mümin, hiçbir zaman yaşadıklarını "kötü" olarak değerlendirmez. Hastalık veya fakirlik gibi görünürde olumsuz gibi algılanabilecek olayların ardında hep bir hikmet olduğunu ve sonucunun kendisi için hayırlı olacağını bilir. Bu nedenle yaşanan veya yaşanması muhtemel her türlü olay karşısında son derece sabırlı ve tevekküllü davranmak, bunların karşılığını ahirette en güzeliyle almayı ummak esastır. Rabbimiz Kuran'da her türlü korkudan arınıp Kendisi'ne tevekkül eden mümin kullarını şöyle müjdeler:
"Haberiniz olsun; Allah'ın velileri, onlar için korku yoktur, mahzun da olmayacaklardır. Onlar iman edenler ve (Allah'tan) sakınanlardır. Müjde, dünya hayatında ve ahirette onlarındır. Allah'ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur." (Yunus Suresi, 62-64)
"Şeytan, sizi fakirlikle korkutuyor ve size çirkin-hayasızlığı emrediyor. Allah ise, size Kendisi'nden bağışlama ve bol ihsan vadediyor. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir." (Bakara Suresi, 268)