_CaNSu_ S.Moderatör
Mesaj Sayısı : 1162
Rep Gücü : 2063 Tecrübe Puanı : 3 Kayıt tarihi : 19/06/09 Doğum tarihi : 06/08/90 Yaş : 34 Nerden : özgür olduğum heryerden =) İş/Hobiler : öğrenci,gezmek Lakap : janjan
| Konu: Osmanlı Devletinin Doğuşu C.tesi Haz. 27, 2009 12:37 pm | |
| Anadolu Türklüğünü yeniden birliğe kavuşturan, yayılmasını ve güçlenmesini sağlayan Osmanlıların ortaya çıkışı meselesi, Batı Anadolu'nun uç bölgesinde yeni bir Türkiye'nin doğuşu ile sıkı sıkıya bağlıdır. Osmanlı hanedanının mensup bulunduğu, Oğuzlar'ın sağ kolu olan Günhan kolunun Kayı boyu, dokuzuncu yüzyıldan itibaren, Selçuklular'la beraber Ceyhun nehrini geçerek İran'a geldi. Rivayetlere göre, Horasan'da Merv ve Mahan tarafına yerleşen Kayılar, Moğolların tecavüzleri üzerine, yerlerini bırakarak Azerbaycan'a ve Doğu Anadolu'ya göç ettiler. Bir rivayete göre, Ahlat'a yerleşen Kayılar, oradan Erzurum ve Erzincan'a, daha sonra Amasya'ya gelerek, oradan Halep taraflarına göç ettiler. Bir kısmı Caber Kalesi civarında kalırken, diğer bir kısmı Çukurova'ya gitti. Çukurova'ya gelenler, daha sonra Erzurum civarında Sürmeliçukur'a vardılar. Aralarında çıkan ihtilaf üzerine, bir kısmı asıl yurtlarına dönerken, Ertuğrul ile kardeşi Dündar'ın emrindekiler, bir müddet Sürmeliçukur'da kaldıktan sonra, Moğolların batıya akınları üzerine, Selçuklu sultanı Alaaddin Keykubad'a müracaat ederek Karacadağ taraflarındaki Rum (Bizans) hududuna yerleştirildikleri söylenirse de bu, tarihî gerçeklere pek uygun düşmemektedir. Gündüz Alp'i Ertuğrul Gazi'nin babası olarak gösteren ve bugün ilim âleminde kabul edilen diğer bir rivayete göre ise, Gündüz Alp'in Ahlat'ta vefatından sonra oymağın başına geçen oğlu Ertuğrul Gazi, buradan hareketle Erzincan'a oradan da Bizans sınırına yakın olmak gayesiyle, Karacadağ mıntıkasına gelmiştir. Kesin olan bir şey varsa o da Ertuğrul Gazi liderliğindeki Kayıların, on üçüncü yüzyıl ortalarında Ankara'nın batısında bulunmalarıdır. Sonraları, tahminen 1231 yılında, Sultan Alâaddin'in kendilerine ıkta (arazi) olarak verdiği Söğüt ve Domaniç'e gelip yerleşmişlerdir.
Diğer taraftan Moğollar, Orta Asya Türklüğünü ve medeniyetini imha ederken, istilânın dehşeti karşısında, onların kılıcından kurtulan büyük göçebe kitleleri, şehirli âlim, tâcir, edebiyatçı ve sanatkârlar da Anadolu'ya sığınıyordu. Göç dalgaları, Selçuklu hududunda eskiden beri mevcut göçebelerle yeni Türk boylarını birbirine karıştırıyor ve uçlardaki yoğunluğu süratli bir şekilde arttırıyordu. Kaynakların kayıt ve tasvirine göre, Azerbaycan ve Arran (Karadağ) ovaları ile vadileri, karıncalar gibi kaynaşıyor ve göç dalgaları buradan Anadolu'ya akıyordu. Böylece, Moğollardan kaçan Türkmenler, Anadolu'ya nüfus ve hayatiyet getiriyor ve siyasi parçalanmaya rağmen bu ülke yeni bir kudret kazanıyordu. 1261'den itibaren, Moğol kontrolünün nispeten zayıf bulunduğu ve Türkmen nüfusunun gittikçe kuvvetlendiği Kızılırmak'ın batısındaki bölgede (Kastamonu-Ankara-Akşehir-Antalya hattının batısında) uc beylikleri ortaya çıktı. Eskişehir, Kütahya, Afyon ve Denizli, Selçuklu-İslâm kültürünün yerleştiği uc merkezleri olarak yükselip Gazi Türkmenlerin faaliyette bulunduğu en ileri uc bölgesiyle Selçuklu uc bölgesi arasında bir ara bölge haline geldiler. Uc bölgelerinde ortaya çıkan Türkmen beylikleri arasında Konya'ya hakim olan Karamanoğulları en kuvvetlisi görünüyor ve Selçukluların varisi olduğunu iddia ediyordu. Batı Anadolu'da Aydınoğulları, devrin şartlarına göre mükemmel bir donanma gücüne sahip bulunuyordu.Göçebe bir kavmin süratle denizci olması ve Adalar (Ege) Denizini alt üst eden gazalarıyla hayranlık uyandırması, şaşılacak bir gelişmeydi. Bu devir Anadolu'sunda yine mühim sayılabilecek bir güce sahip bulunan Germiyanoğulları, Karesioğuları, Menteşeoğulları, Saruhanoğulları, Hamidoğulları ve Candaroğulları beyliklerinden her biri, kendi hesabına yayılma mücadelesine girişti. Bunlar arasında Söğüt'te kurulan Osmanlı Beyliği en mütevazı bir durumda bulunuyordu.
Ertuğrul Gazi, tahminen doksan yaşında olduğu halde, 1288'de vefat ettiğinde, Osmanlı Beyliği; Karacadağ, Söğüt, Domaniç ve çevresinde 4800 kilometrekarelik mütevazı bir toprak parçasına sahipti. Ertuğrul Bey'in vefatından sonra, uçtaki Oğuz aşiretlerinin ittifakıyla, Kayı boyundan olduğu için, Osman Bey hepsine baş seçildi. Diğer Anadolu beyleri birbirleriyle uğraşırken Osman Bey, Bizans'la mücadele etti. Bu sayede, 1288'de Selçuklu sultanının gönderdiği hakimiyet alâmetlerini alan Osman Gazi, böylece kendi nüfuz bölgesini ve oradaki reayayı (halkı) Bizans'a ve komşu beylere karşı koruma mesuliyetini yüklenmiş oldu. Çevresine aldığı Samsa Çavuş, Konuralp, Akçakoca, Aykut Alp, Abdurrahman Gazi gibi aşiret beyleriyle birlikte fetih hareketini başlatan Osman Gazi kısa sürede İnönü, Eskişehir, Karacahisar, Yarhisar, İnegöl ve Bilecik'i zaptetti. Bilecik'in fethi ve Osman Bey'in beylik merkezini buraya nakletmesiyle; Anadolu Selçukluları'nca Moğollara karşı girişilen başarısız Sülemiş isyanı neticesinde Sultan III. Alaaddin Keykubad'ın kaçması hemen hemen aynı tarihlere rastladı. Bu sebeple Selçuklu Devleti'nin başsız kalması neticesinde daha serbest hareket etmeye başlayan Osman Gazi, bağımsızlığını (istiklâlini) ilan etti (27 Ocak 1300). Bölgenin ve Bizans'ın içinde bulunduğu durumdan istifade eden Osman Bey'in kuvvetleri, Bursa önüne kadar akınlarda bulunuyordu. Lefke, Mekece, Akhisar, Geyve ve Leblebici kalelerinin fethinden sonra Osman Gazi, askerî harekâtın başına oğlu Orhan Gazi'yi getirdi (1320). Osman Gazi, Bundan sonra ölümüne kadar, teşkilât meseleleriyle meşgul oldu. 1324 veya 1326'da öldüğü tahmin edilen Osman Bey vefat ettiği sırada, Bursa Osmanlıların eline geçti. Bursa'nın zaptından sonra, beylik merkezi buraya nakledildi ve şehir yeni binalarla süslendi. Gerçekte, Selçukluların tarih sahnesinden çekilmesiyle Anadolu bir virane görünümündeydi. Çünkü, Moğolların Anadolu'daki etkisi halâ hissediliyordu. Ancak, Selçukludan kalan değerli hazineler vardı. Bunlar dil, din ve alfabe birliğiydi. Bunun ruhu da gaza aşkı idi. Osmanlı, bunların hepsini kendinde toplamıştı. Dil, din ve alfabe birliği sayesinde, halk sınır tanımıyordu. Savaşma ve şehit olma isteği, her an, Hıristiyanlarla gaza eden Osmanlı Beyliği'ne büyük fırsatlar verdi. İşte bu aşk ve şevkle, diğer beylerin tebaası Osman eline göç etti veya en azından onların başarısı için gönülden dua etti. Âlimler de aynı yolu takip ederek, Edebâli, Dâvûd-ı Kayserî, Dursun Fakih gibi büyükler, Karaman ülkesinden kalkıp, Osmanlı toprağına kondular ve kültür faaliyetlerini başlattılar.
Orhan Gazi devrinde Bizans'a karşı kazanılan Pelekanon Muharebesi'nden sonra İznik fethedildi (1330). Orhan Gazi'nin 1361'e kadar olan hükümdarlığı devresinde Osmanlı Devleti, kardeş beylikler üzerinde hakim bir güç haline geldi. Daha önce Ege ve Rumeli'de Karesi, Saruhan ve Aydınoğulları, gaza hareketinin öncüleri durumunda idiler. Ancak, Karesi Beyliği'nin ilhakıyla Aydınoğlu Gazi Umur Bey'in, Haçlı saldırıları karşısında İzmir limanını kaybetmesi üzerine, bu bölgedeki gaza liderliği Orhan Gazi'ye geçti. Bu sırada Bizans'ta baş gösteren iç savaş ve Kantakuzen'in Gazi beylerle ittifakı, Türklerin Rumeli'ye geçişini kolaylaştırdı. Orhan Gazi'nin oğlu Süleyman Paşa'nın destanlara konu olacak mahiyette gerçekleştirdiği Rumeli'ye geçiş, Türk tarihinin en büyük hadiselerinden biri oldu. İlk önce Çimpe Hisarını ele geçiren Süleyman Paşa, burayı bir üs olarak kullanmaya başladı. Daha sonra Biga'da topladığı orduyu, Güney Marmara kıyısında Kemer limanından gemilerle karşıya naklederek Bolayır'ı zaptetti. Ardından kuvvetlerini iki kola ayırarak, bir taraftan Gelibolu'ya, öbür yandan da Trakya'ya karşı iki uç kurdu ve muntazam gaza akınlarına başladı. 1354 yılında Gelibolu'nun zaptı ile, bu ilk Rumeli fatihleri yarımadanın fethini tamamladılar. 1357'de veliaht Süleyman'ın ve ardından Sultan Orhan Gazi'nin vefatları, Rumeli'deki fetihlerin bir müddet durmasına sebep oldu ise de Sultan I. Murad (1361-1389) Anadolu'da birliği sağladıktan sonra, tekrar Rumeli cihetine yönelerek Osmanlıların, Avrupa'da sağlam bir şekilde yerleşmesini sağladı. 1362'de Edirne fethedildi. Haçlı kuvvetlerine karşı 1364'de Sırpsındığı, 1371'de Çirmen zaferleri kazanıldı. Bu fetih ve zaferlerin sonunda Osmanlılar kesin olarak Avrupa'da yerleştiler ve tesir sahaları bütün Balkanları içine alan bir genişliğe erişti. Bulgaristan ve Sırbistan, Osmanlılara tabi olmayı kabul ettiler. Osmanlı kuvvetleri, üç koldan harekâta devamla, Kuzey Makedonya, Niş, Manastır, Sofya ve Ohri'yi aldılar. Diğer taraftan, Anadolu'da Türk birliğinin sağlanması için mücadele veriliyordu. Hamidoğulları Beyliğinden Akşehir, Beyşehir, Seydişehir, Yalvaç, Şarkikaraağaç ve Germiyanoğullarından da Kütahya, Tavşanlı, Emet, Simav ve çevresinin Osmanlılara geçmesi, Karaman-Osmanlı ilişkilerini gerginleştirdi. Çok geçmeden de iki devlet arasında savaş çıktı. Ancak, Karaman kuvvetlerini bozguna uğratan Osmanlılar, bir süre bu beyliğin saldırılarından emin oldular. Öte yandan Osmanlıları Balkanlardan atmak üzere, Sırp, Macar, Ulah, Boşnak, Arnavut, Leh ve Çek kuvvetlerinden oluşturulan büyük Haçlı kuvvetlerinin, 20 Haziran 1389'da Kosova'da yok edilmesi, tarihe, örnek imha hareketlerinden biri olarak geçti. Türk tarihinin mühim hadiselerinden biri olan Kosova Meydan Muharebesi, Doğu Avrupa'nın kaderini de tayin etti. Balkan yarımadasını asırlar boyunca Türk hakimiyeti altına koyan bu zafer sonunda, Sultan Murad-ı Hüdâvendigâr (I. Murad), bir Sırp tarafından şehid edildi.
Ertuğrul Gazi'nin, oğlu Osman Gazi'ye bıraktığı 4800 kilometrekarelik beylik, 43 yıl içinde, üç mislinden daha fazla büyüyerek 16000 kilometrekareye ulaştı. Orhan Gazi ise, babasından devraldığı devletini, altı kat daha büyüterek, 95 bin kilometrekareye çıkardı. Nihayet, Murad-ı Hüdâvendigâr, 1361-1389 yılları arasında, devletini beş misli daha büyüterek, 500 bin kilometrekareye yükseltti. Artık aşiretten beyliğe geçen Osmanlı Devleti, imparatorluğa hazırlanıyordu ve gayesini de çizmişti.
Gerçekten de, bir aşiretten, cihangir bir imparatorluğa giden yolda, neler yapıldığı incelenecek olursa, devletin temelleri ve şaşırtıcı yükselişi daha iyi anlaşılır. Nitekim Fransız tarihçisi Grengur da "Bu yeni imparatorluğun teessüsü, beşer tarihinin en büyük ve hayrete değer vakalarından biridir" demektedir. | |
|