| ...Forum PayLasım... | SanaL aLemin SessizLiğinde Ses Getiren Forum:) |
|
| bektaşilik nedir | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
_CaNSu_ S.Moderatör
Mesaj Sayısı : 1162
Rep Gücü : 2063 Tecrübe Puanı : 3 Kayıt tarihi : 19/06/09 Doğum tarihi : 06/08/90 Yaş : 34 Nerden : özgür olduğum heryerden =) İş/Hobiler : öğrenci,gezmek Lakap : janjan
| Konu: bektaşilik nedir Cuma Haz. 26, 2009 5:23 pm | |
| Bektaşilik, Hacı Bektaş-ı Veli'nin kurmuş olduğu tarikat. Bu tarikata mensup kişilere Bektaşi denir. Hacı Bektaş'ın Türk dünyasının felsefesine çok büyük katkıları olmuştur. En önemli ve tasavvufu kısaca anlatan özlü sözü, "Eline, beline, diline hakim ol" sözüdür. Hacı Bektaş-ı Veli'nin halen yaygın olarak kullanılan birçok özlü sözü bulunmaktadır.
Bektaşilik Tarikatı’nın kuruluşunda geçirdiği süreç, kurucusunun kim veya kimler olduğu, bu süreçte Hacı Bektaş’ın konumunun ne olduğu, tarikatın piri mi, yoksa kurucusu mu olduğu, Balım Sultan’ın tarikata nasıl bir yapı kazandırdığı yüzyıllar geçmesine karşın hala tartışmalıdır. Öteden beri bu konuda yazanların çoğunluğu, Hacı Bektaş’ın tarikat kurmadığı ve Bektaşiliğin yalnızca “piri”olduğu kanısındadırlar. Bektaşiliği XVI. y. yılda Balım Sultan’ın kurduğunu savunurlar. Jacop, Tschudi, Şemseddin Sami Bey gibi eski yazarlardan tutun, A. Yaşar Ocak gibi yeni yazarlara kadar birçok araştırmacı bu görüştedirler.
Günümüz Bektaşileri Atatürk ve ilkelerine bağlılıklarıyla kendilerini tanımlarlar. Dolayısıyle, Cumhuriyet'in kurulmasıyla birlikte, yaşam tarzı olarak isteklerinin pek çoğu karşılandığı için artık "tarikat" adıyla anılmaktan gönüllü olarak vaz geçmişler ve işin özünde yatan şekilde, "kendi yol ilkelerine bağlı olduklarını" vurgulamak üzere kendilerini "yol ehli" olarak tanımlamayı tercih etmişlerdir. Yapılanmalarını ise, sembolik olarak korumuşlardır. İlkelerine bağlılıkları, yollarına bağlılıkları demektir. İlkelerinin her biri Cumhuriyet'le ve Atatürk ilkeleriyle uyumludur. Özgür ve düşünen beyinler isterler. Bağnazlıktan uzak, incitici olmadan hicvedebilen, Tanrı'ya sevgiyle yaklaşan bir anlayışı benimseyen felsefelerini uzun bir dönem içinde ince ince işlemişlerdir. Bu felsefenin ürünü olan kadınlı erkekli birçok Bektaşi şairi yetişmiştir ve Türk edebiyatı içinde önemli yerleri vardır.
Hacı Bektaş-ı Veli Dönemi [değiştir]Bektaşilik Tarikatı’nı Hacı Bektaş kurmuştur. Hacı Bektaş, Horasan Okulu’ndan aldığı “Dört Kapı” anlayışına, her kapıya “onar makam” ekleyerek “Dört Kapı Kırk Makam”'dan oluşan tarikatın altyapısını kurar. Buna, “Bektaşi Seyri Sülûğu” da denir. Kaygusuz Abdal, Bektaşi erkannamesi üzerinde düzenlemeler yapar. Bektaşiliğin ilk erkannamesini yazan o olur. Böylece Bektaşi Tarikatı’nın ilk “tüzük yapıcısı” Kaygusuz Abdal’dır. Balım Sultan’sa bu erkannameyi sonradan geliştirmiştir ve kurumlaştırmıştır. Hacı Bektaş’tan sonra tarikatın başına Abdal Musa geçmiştir. Bektaşilik; XVI. yıldan sonra Batınilik, Hurufilik, Ahilik, Kalenderilik, Haydarilik, Nakşibendilik, Melamilik, Şiilik, Oniki ve Sekiz İmamcılık gibi inanç eğilim ve topluluklarını içine alıp eriterek bir bireşime (senteze) ulaşmıştır.
Hacı Bektaş dağınık Alevi ve Alevilik türevi akımları ve toplulukları içine almış, yeniden kalıba dökmüş, Aleviliği yeniden derneştirmiş ve Alevi- Bektaşiliğin yolunu çizmiştir. Bunu da doğallıkla kurduğu tarikatıyla yapmıştır. Çevresine bir takım görevliler almış, bunların bir bölümünü kimi yerlere görevlendirerek göndermiş, oralarda “aydınlatma/irşat” çalışmaları yaptırmış, Anadolu’daki diğer Alevi ocakları ile ilişki kurarak kendine bağlamış ve onları yönlendirmiştir. Bu nedenlerle Hacı Bektaş, Alevi-Bektaşi toplumunun gözünde yolun-yolağın “piri”dir, tarikatın kurucusudur.
Balım Sultan Alevilere göre ikinci pir (piri sani)’dir. Alevilik-Bektaşilik araştırmacısı İngiliz J. K. Birge bu süreci Alevi toplumunun yorumuna göre yapar. Ona göre; “XIII. yüzyıldan başlayarak Küçük Asya’dan ismen ait oldukları çeşitli dinlerden karışmış öğeler içeren bir tür halk dini gelişti. Hacı Bektaş’ın, harekete yardımcı olan gezginci ruhani önderlerden biri olarak giderek artan bir biçimde üstünlüğü tanındı, yalnızca Kırşehir yakınındaki köy adını ondan almakla kalmadı, fakat tüm Küçük Asya’da sayısız köyde onun adı pir olarak ünlendi. Balım Sultan’la kent içi ve yakınlarındaki tekkelerde daha yetkinleştirilmiş bir ritüel ve örgütlenme başladı. Bu örgütlenme, belirli ölçülerde çok benzer inanç ve uygulamaları sürdüren, fakat Bektaşiliğin düzenlenmiş sisteminin dışında kalan köy gruplarından farklılaştı ve daha biçimsel olarak örgütlenmiş Bektaşi Tarikatı haline geldi”.
Balım Sultan Dönemi [değiştir]Balım Sultan’a kadar Bektaşilik, genellikle kırsal kesimlerde ve köylük yörelerde tutunmuş, Alevi-Türkmen içerisinde benimsenme olanağı bulmuştur. Özellikle Aleviliğin bir türevi ve Aleviliği yeniden biçimleyen, derneştiren, onları eğiterek disipline eden bir eğilim olarak kendini ortaya korken, Balım Sultan’la kentsel kesimlere ve Osmanlı aydınları arasına da girmiştir. Böylece Bektaşilik tarihinde yeni bir dönem başlar ve Bektaşiler; “Köy Bektaşisi”, “Kent Bektaşisi” olarak farklılaşırlar. Kent Bektaşiliğine “Nazenin Tarikatı” veya “Babagan Kolu (Babalar Kolu)” da denir.
Balım Sultan, Oniki İmam anlayışını yola kazandırır. Bu, O’nun yaptığı yeniliklerin başındadır. Oniki İmam törenleri, oniki çerağ, oniki post, palhenk, evlenmemiş (mücerred) babalık kuralı, şerbet yerine şarap, ibahiyecilik, üçleme (teslis) , Hurufilik etkisi O’nunla tarikata girer. Balım Sultan düzenlemesinde ünlü “Dört Kapı”nın “şeriat” ve “tarikat” kapıları yer almaz. Bu kapıların kullanılmasına gerek görülmez.
Oniki İmam inancı Alevi-Şiilik’te başından beri olmasına karşın, Bektaşilik Tarikatı’nın temel töreleri arasına Balım Sultan’la girer. Tarikatın “temel direği” olur. Her bağlının, müridin temel inanışları içerisinde yer alan bir ilke olur.Bu temel ilke Alevi-Bektaşi edebiyatının temel çeşnisi ve zenginliği olacaktır. Hemen hemen tüm Alevi-Bektaşi ozanları Oniki İmam çeşnisini şiirlerinde malzeme olarak kullanacaklardır. Alevi- Bektaşi edebiyatı bu zenginlik üzerine kurulmuştur dersek, doğruyu söylemiş oluruz.
Oniki İmam anlayışına paralel olarak yaşam “oniki” rakamı üzerine sistemleştirilmiştir. Cemlerde simgesel olarak oniki çerağ yakılır. Kemer üzerine Oniki İmamı simgeleyen oniki köşeli “palheng taşı” denilen taş takılır. Bu dervişlerin gönüllerini Tanrı’ya bağlayan bir simge olarak algılanır. “Eline, diline, beline sahip olmayı” gerektirir. Bektaşi tacı oniki dilimlidir. Tekkelerin meydan yerleri, tekke üstündeki baca ve kubbeler hep oniki dilimli olur. Bektaşi tekkelerinde pire hizmet görevlerinin her biri bir post ile simgeleştirilir ve temsil edilir. Bu anlayışı Balım Sultan “oniki post” biçiminde biçimleyerek tarikatın töreleri arasına kazandırmıştır. Postlardan herbiri, Bektaşiliğin en büyük adlarından birine bağlanarak anılmış ve böylece o kişiler ölümsüzleştirilmiştir. Oniki İmam “sırrı” olan “Oniki Post” şunlardır:
1. Baba Postu: Horasan postu(Hacı Bektaş Veli) 2. Aşçı Postu: Seyyid Ali Sultan postu 3. Ekmekçi Postu: Balım Sultan postu 4. Nakib Postu: Kaygusuz Sultan Abdal postu 5. Atacı Postu: Kanber Ali postu 6. Meydancı Postu: Sarı İsmail postu 7. Türbedar postu: Kara Donlu Can Baba postu 8. Kilerci Postu: Hacım Sultan postu 9. Kahveci Postu: Şah Şazeli postu 10. Kurbancı Postu: Hz. İbrahim postu 11. Ayakçı Postu: Abdal Musa postu 12. Mihmanevi Postu: Hızır Peygamber postu | |
| | | _CaNSu_ S.Moderatör
Mesaj Sayısı : 1162
Rep Gücü : 2063 Tecrübe Puanı : 3 Kayıt tarihi : 19/06/09 Doğum tarihi : 06/08/90 Yaş : 34 Nerden : özgür olduğum heryerden =) İş/Hobiler : öğrenci,gezmek Lakap : janjan
| Konu: Geri: bektaşilik nedir Cuma Haz. 26, 2009 5:24 pm | |
| EY KENDİNE ALEVİ DİYEN KİŞİ, ÖZÜNÜ DARA ÇEK VE DÜŞÜN
“YOL CÜMLEDEN ULU” MUDUR, DEĞİL MİDİR? (20.02.2006)
Dr. Ali YAMAN
Alevilik’te geleneksel olarak kabul görmüş ilkelerinden birisi de “YOL CÜMLEDEN ULUDUR.” ilkesidir. Ancak görünen o ki, günümüzde kişisel ve kurumsal egolarımız, ideolojik görüşlerimiz ön plana geçmeye başlamış, gerek bize gerekse, yolumuza zarar verme aşamasına gelmiş bulunmaktadır. Bu kısa yazımızda Yolumuzun kişisel çıkarlarımızın üstünde olması gerektiği gerçeğinden hareketle, bazı değerlendirme ve uyarılara yer verilecektir.
Aleviliğin geçmişten bugüne uzanan yaşamöyküsü engelli bir koşuya benziyor. Zaman zaman engellerle karşılaşan bu ULU YOL her ne şekilde olursa olsun, bir yol bularak kendisini var etmesini biliyor. Tarihe baktığımızda diyoruz ki, bu dün böyle olduğu gibi, bugün de böyle ve gelecekte de böyle olacak.
Bu genel doğrunun ışığında soruna bakarsak, son 10-15 yıllık gelişmeleri günümüze kadar nasıl okumalıyız? Aleviliğin yaşadığı aşamalara ilişkin pek çok şey söylenebilir. Bu aşamalarda dışsal etkenlere ağırlık verenler olduğu gibi içsel etkenlere ağırlık verenler olabilir. Ben dış etkileri de önemsemekle birlikte, içsel etkilere daha fazla etkili görenlerdenim. Dolayısı ile bugün Alevilik ve onunla ilintili sorunlarda esas çözüm makamı Alevilerin kendisidir. Günümüzdeki gereksinimlerini belirleyecek ve önem sırasına göre çözümleme çabasına girecek olan bir Alevi hareketi hem kendi iç bütünlüğü, hem Türkiye kamuoyu hem de diaspora ortamlarında çok olumlu ve yararlı olacaktır. Günümüz dünyasında Aleviliğin sorunları aynı zamanda Türkiye’de yaşayan herkesin de sorunu olarak görülmelidir. Bu sorunlar yoğun Alevi nüfusun yaşadığı Avrupa ülkeleri için de geçerlidir.
Konunun özüne bakılırsa Aleviliğin sorunları esas olarak inanç özgürlüğü çerçevesinde ele alınması gereken bir sorunlar dizisi olarak nitelenebilir. Bunların en önemlileri arasında Cemevleri, Din dersleri ve Diyanet İşleri Başkanlığı konuları sayılabilir. Ayrıca Alevilerin inanç özgürlüklerinin çözümü de sonuçları itibarıyla çok sarsıcı bazı etkileri de yaratacaktır. İslam dünyasında bugüne kadar kalıplaştırılmış ve kalıplaşmış pek çok olgunun da kökünden sarsılmasına ve değişmesine yol açacaktır. Pek çok konunun yeniden tanımlanmasına yol açacaktır. Örneğin yakın bir gelecekte Alevilerin ibadet ettikleri mekan olan Cemevinin ibadethane olarak kabulü, İslam’da yegane ibadethanenin Cami olduğu şeklindeki inancı sonlandıracaktır. Din ve Ahlak kültürü derslerinde İslam’ın Alevi yorumuna da yer verilmesi bu zamana kadar insanlara empoze edilen inanç anlayışını büyük ölçüde değiştirecektir. Bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür. Sonuçta, bu zamana kadar dini kendi tekellerinde sayan din bezirganlarınca reddedilen, haklarından mahrum edilen ve horlanan Alevi inancı yasallaşacaktır. Daha çok kırsal alanda varlığını sürdüren Alevi inancı artık kentlerde de kendini hissettirmeye başlamıştır. Uygulamada bu böyledir. Resmiyet hala bu gerçeği kabullenememekte, bir şekilde direnmektedir. Bugünün hükümeti ve onun akıl hocası Diyanet boşu boşuna bu karşı konulamaz gidişi geciktirmek çabası içerisindedirler. Bunun yanı sıra Aleviliği tanımlama görevini de kendileri yapmaya çalışmaktadır. İçin için reddettiğin, küçümsediğin, yok saydığın ve hatta rakip gördüğün bir İslam anlayışını nasıl tanımlayabilirsin ki? Ne kadar üzücü değil mi? Daha düne kadar Aleviliği “sapmış” olarak tanımlayan, utanmazca mum söndü iftiralarını kulaktan kulağa yayan bir anlayışın geldiği nokta bu. Bu zihniyet, Alevileri asla İslam’ın içinde göremedi, müzikli, semahlı ibadetlerini “cümbüş” olarak yorumladı, ama baktı ki olmuyor, “siz de İslamsınız ama camiye gelin” demeye başladı. Camiye gitseydi yüzyıllar önce giderdi, bu kadar ezilmişlik ve iftiradan da kurtulurdu. Onun direncinin ardında Hak Muhammed Ali Yolu olarak gördüğü bir İslam yorumu vardı. Bu yoruma göre Tanrı’ya giden yol, sadece Camide değildi. İnancını, dualarını, İslam’a bakışını deyişlerinde açıkladı. Bakın ne diyordu Alevi Ozanı
ARADILAR YERİ GÖĞÜ
HAKK MÜMİNİN KALBİNDEDİR
Bu deyişi, din bezirganlarının anlaması tabi ki beklenemezdi. Anlayamadılar ve anlayanları da anlamamazlıktan geldi. Ama artık yolun sonuna geliniyor. Alevilik saygı duyulması gereken, İslam’ı kendi bakış açısıyla yorumlayan bir inanç anlayışıdır. Bu anlayış inanç kurum ve kuralları ile bugün artık açıktır, anlamak isteyen için ona önyargısız bakmak yeterlidir. Pek çok Alevi olmayan kişinin artık gerçekleri görmeye başladığı ve bu yolun inceliklerini gördükten sonra Aleviliğe büyük bir hayranlık duyduğunu giderek artan oranda görüyoruz.
Tabi ki, din bezirganlarının işi bu, dini değerlerin sömürüsü ile beslenecekler, bunu biliyoruz. Peki ya bizim Alevi “önderi” geçinen “Alevi kökenli” insanlarımıza ne demeli! Eskiden başkaları Alevilik İslam dışı diyorlarken, bugün bu “önder” takımı Alevilik İslam’ın dışındadır demeye başladılar. Ama o kadar açmaz içindeler ki, kendi babaları dedeleri Alevilik İslam’dır derken kendileri dışında diyor, ama neyin içinde olduğunu da söyleyemiyorlar. Alevi kökenli biri, solcu, sağcı, ülkücü, ülküsüz, ateist, maoist, komünist olamaz mı? Tabi ki olabilir, herkes herhangi bir siyasi ideolojiyi veya inanışı benimseyebilir. Bu doğaldır. Doğal olmayan şudur: Sen benimsediğin bu ideoloji veya inanışlarını Alevilik perdesi altında sunarak, Aleviliği tahrip etmeye çalışamazsın. Aleviliğin inanç kurum ve kuralları atalarımızın geleneklerinin, İslam inançları ve sufilik ile yoğrulmasına dayanmaktadır. Vilayetnameler, Buyruklar, Pir Sultan Abdal’ın Şah Hatayi’nin, Kul Himmet’in deyişlerine şöyle bir bakarsak bunun böyle olduğunu görürüz.
Ey daha önceden farklı ideolojik mensubiyetleri olan “Alevi kökenli” kişi, güneş balçıkla nasıl sıvanmazsa, Aleviliğin yol ve erkanı da özünden saptırılarak sunulamaz. Boşa çaba harcamaya gerek yok, Alevilik, Sünnilikten farklı yapı ve kurumlar geliştirmiş olan bir İslami anlayıştır. Bunu yüzyıllardır atalarımız böyle anladı ve böyle anlattı. O halde birtakım ideolojilerin etkisine kapılarak, bu köklü anlayışı değiştirmek gibi boş uğraşlardan vazgeçmek gereğini anlamaktan başka çare yok. Bugün bu düşünceyi savunan insanların kurduğu söylenen bir TV kanalındaki deyişlere bakıyoruz, Hakk var, Muhammed var, Ali var, yani inanç var, İslam’ın Alevi yorumu var. Alevilik perdesi altında yeni ideolojiler yok.
Ey kendini Alevi olarak tanıtan kişi, halktan kopuk hiçbir hareket başarıya ulaşamaz. Halkın inançlarına saygısızlıkla, seçkinci bazı dayatmalarla bir yere varılamaz. Halkın inancı ve Aleviliğe bakışı ortada iken, onu özünden saptırarak kendi kafamıza göre yazamayız, konuşamayız. Son zamanlarda bazı Alevi kurumlarında yaşanan gelişmeler işte bu özünden saptırma girişimlerine karşı bir tepki niteliğini taşımaktadır. Aleviliğe hizmet iddiası ile ortaya çıkmış bir kurumun ilk işi bu amaca hizmet etmek olmalıdır. Sen böyle bir kurumu yönetmeye talip ol, kendi siyasi/ideolojik anlayışını Alevilik diye sunmaya çalış, Aleviliğin kendi özel sorunlarından çok, sivil toplum örgütü olma iddiasına yönel, Alevi toplumu buna tepki göstermesin de ne yapsın? Başka amaçları olanlar, bu amaçları için ayrı kurumlarda kurabilir, buralarda çalışabilir. Alevi kurumlarını bu amaçlara alet etmekten kötü ne olabilir ki! Sevindirici olan şu ki artık Alevi toplumu uyanmıştır. Cemevleri giderek daha da kurumlaşmakta, insan kaynakları giderek daha nitelikli bir yapıya kavuşmaktadır.
Ey kendini Alevi olarak tanıtan kişi, özünü dara çek ve düşün, boşuna Aleviliği özünden uzaklaştırmaya çalışma. Halkın eğilimlerini izle, onları anla, onların anlayışına aykırı işlerin kabul göreceğini sanma. Halka rağmen, Alevi kurumlarında yer alınamayacağı gerçeği er geç kendini gösterecektir. Bu süreç başlamıştır. Alevi Yolu, önderiyle, halkıyla hep birlikte inancının özünü zedelemeden, onu günümüz koşullarında varolacak şekilde donatarak yoluna devam edecektir. Devam edemeyenler ise, kendilerine başka yollar bulacaklardır.
Hakk Muhammed Ali, Hünkar Hacı Bektaş Veli hepimizin yardımcısı olsun.
Gerçeğe Hü. | |
| | | _CaNSu_ S.Moderatör
Mesaj Sayısı : 1162
Rep Gücü : 2063 Tecrübe Puanı : 3 Kayıt tarihi : 19/06/09 Doğum tarihi : 06/08/90 Yaş : 34 Nerden : özgür olduğum heryerden =) İş/Hobiler : öğrenci,gezmek Lakap : janjan
| Konu: Geri: bektaşilik nedir Cuma Haz. 26, 2009 5:24 pm | |
| ALEVİ-BEKTAŞİ KRONOLOJİSİ
570 Hz. Muhammed'in doğumu (20 Nisan 571) 609 Hz. Fatıma'nın doğumu (18 Ocak) 621 Mirac olayı 622 Hicret 622 Hz. Muhammed'in Hz. Ali ile Musahib olması 623 Hz. Ali'nin Hz. Fatıma ile evlenmesi 624 İmam Hasan'ın doğumu (11 Nisan) 625 İmam Hüseyin'in doğumu (25 Şubat) 632 Peygamber veda konuşmasında yerine Hz. Ali'yi atadı (23 Şubat) 632 Peygamberimiz Hz. Muhammed'in vefatı (8 Haziran) 656 Cemel Savaşı (4 Aralık) 656 Sıffeyn Savaşı ve Hakem Olayı :657 Sıffin Savaşı (26 Temmuz) 656 Hz. Ali'nin Halife olması 661 Hz. Ali'nin şehadeti (24 Ocak) 670 İmam Hasan'ın şehadeti (25 Mart) 676 İmam Muhammed Bakır'ın doğumu (16 Aralık) 680 Kerbela Olayı - Hz. Hüseyin'in şehadeti (10 Ekim) 699 İmam Cafer-i Sadık'ın doğumu 713 İmam Zeynel Abidin'in şehadeti 733 İmam Muhammed Bakır'ın şehadeti (28 Ocak) 745 İmam Musa Kazım'ın doğumu 746 Eba Müslim'in Horasan'a gitmesi 747 Horasan da Eba Müslim'in ayaklanması 765 İmam Ali Rıza'nın doğumu (29 Aralık) 766 İmam Cafer-i Sadık'ın şehadeti 799 İmam Musa Kazım'ın şehadeti 811 İmam Muhammed Taki'nin doğumu (11 Nisan) 818 İmam Ali Rıza'nın Şehadeti 827 İmam Ali Naki'nin doğumu 835 İmam Muhammed Taki'nin şehadeti 846 İmam Hasan Askeri'nin doğumu 858 Hallac-ı Mansur'un Doğumu 868 İmam Ali Naki'nin şehadeti 869 İmam Muhammed Mehdi'nin doğumu 922 Hallac-ı Mansur'un Bağdat'ta işkence ile katledilmesi (26 Mart) 1123 Rübaileri ile tanınan Hayyam'ın Hakka yürümesi (1132) 1150 Tac'ül-Arifin Seyyid Ebu'l-Vefa'nın Hakka yürümesi 1167 Piri Türkistan diye tanınan Hoca Ahmet Yesevi'nin Hakka yürümesi 1219 Moğol İstilasının başlaması ve Anadolu'ya doğru Derviş Göçleri 1240 Babailer isyanı 1240 Baba İlyas-ı Horasani'nin Hakka yürümesi 1240 Baba İshak'ın Hakka yürümesi 1240 Ayn'üd-Devle'nin Hakka yürümesi 1240 Emirci Sultan'ın Hakka yürümesi 1252 Safevi soyunun ceddi Şeyh Safiyüddin Erdebil civarında doğuyor. 1290 Baba İlyas-ı Horasani'nin oğlu Muhlis Paşa'nın Hakka yürümesi 1293 Sarı Saltık'ın Hakka yürümesi 1307 Barak Baba'nın Öldürülmesi 1326 Şeyh Edebali'nin Hakka yürümesi 1335 Safevi soyunun ceddi Şeyh Safiyüddinin Hakka yürümesi 1360 Elvan Çelebi'nin Hakka yürümesi 1393 Hurufilik'in kurucusu Esterabadlı Fazlullah'ın Hakka yürümesi 1403 Seyyid Nesimi'nin katledilmesi 1441 Rasul Bali'nin Hakka yürümesi (doğ.1361) 1447 Safevi soyundan Şeyh İbrahim'in Hakka yürümesi ve kardeşi Şeyh Cüneyt'in tarikat reisi olması 1460 Şeyh Cüneyt'in Hakka yürümesi 1487 Şah İsmail'in Erdebil'de doğması (17 Temmuz) 1488 Şah İsmail'in Babası Şeyh Haydar'ın Hakka yürümesi(9 Temmuz) 1502 Şah İsmail'in İran'da Şah ünvanını alması 1511 Şahkulu Baba Tekeli Ayaklanması (9 Nisan) 1514 Çaldıran'da Osmanlı-Safevi Savaşı ve Safevi Ordusu'nun yenilmesi 1516 Balım Sultan'ın Hakka yürümesi (doğ.1473) 1524 Şah İsmail'in Hakka yürümesi (5 Mayıs) 1548 İskender Çelebi'nin Hakka yürümesi (doğ. 1512) 1555 Fuzuli'nin Hakka yürümesi 1569 Sersem Ali Dedebaba'nın Hakka yürümesi.(Posta oturuşu.1551)Süre:19yıl 1569 Elhac Ahmed Ali Dede (Dedebaba) Hakka yürümesi(p.o. 1569) S.1yıl 1569 Yusuf Bali Çelebi'nin Hakka yürümesi (doğ.1516) 1581 Bektaş Çelebi'nin Hakka yürümesi (doğ.1544) 1588 Resul Bali Çelebi'nin Hakka yürümesi (doğ.1546) 1596 Abdullah Baba(Dimetokalı Ak Abdullah Baba)(Dedebaba) Hakka yürümesi (p.o.1569) S.27yıl 1604 Mürsel Çelebi'nin Hakka yürümesi (doğ.1551) 1607 Hasan Çelebi'nin Hakka yürümesi (doğ.1563) 1628 Dimetokalı Karar Halil Baba (Dedebaba)Hakka yürümesi(p.o.1596)S.33yıl 1632 Bektaş Çelebi'nin Hakka yürümesi (doğ.1566) 1646 Kasım Çelebi'nin Hakka yürümesi (doğ.1578) 1649 Dimetokalı Elhac Vahdeti Dedebaba'nın Hakka yürümesi (p.o.1628)S.22yıl 1656 Yusuf Çelebi'nin Hakka yürümesi (doğ.1582) 1667 Zülfikar Çelebi'nin Hakka yürümesi (doğ.1605) 1674 Hüseyin Çelebi'nin Hakka yürümesi (doğ.1609) 1675 Elhac seyyid Mustafa Dedebaba'nın Hakka yürümesi(p.o.1649)S.26yıl 1685 Abdülkadir Çelebi'nin Hakka yürümesi (doğ.1628) 1689 Birecikli Seyyid İbrahim Agahi Dedebaba'nın Hakka yürümesi(p.o.1675)S.15yıl 1714 Urfalı Es-Seyyid Halil İbrahim Dedebaba'nın Hakka yürümesi(p.o.1689)S.26yıl 1730 Murtaza Ali Çelebi'nin Hakka yürümesi (doğ.1646) 1736 Serezli Hacı Hasan Dedebaba'nın Hakka yürümesi(p.o.1714)S.22yıl 1759 Kırımlı Hanzade Mehmet Dedebaba'nın Hakka yürümesi(p.o.1736)S.24yıl 1783 Dimetokalı Seyyid Kara Ali Dedebaba'nın Hakka yürümesi (p.o.1759) S.25yıl 1790 Sinoplu Seyyid Hasan Dedebaba'nın Hakka yürümesi(p.o.1783)S.7yıl 1799 Horasanlı Hacı Mehmet Nuri Dedebaba'nın Hakka yürümesi (p.o.1790) S.9yıl 1803 Abdüllatif Çelebi'nin Hakka yürümesi (doğ.1724) 1813 Kalacıklı Seyyid Halil Hakii Dedebaba'nın Hakka yürümesi (p.o.1799) S.15yıl 1824 Feyzullah Çelebi'nin Hakka yürümesi (doğ.1742) 1826 Yeniçeri Ordusunun Kaldırılması ve Yeniçeri-Bektaşi kıyımı 1827 II. Mahmut tarafından türbeler dışındaki tüm külliye binalarının yıktırılarak Hacıbektaş Dergahı'na Cami yaptırılması 1828 Veliyettin Çelebi'nin Hakka yürümesi (doğ.1772) 1834 Sivaslı Mehmet Nebi Dedebaba'nın Hakka yürümesi(p.o.1813)S.21yıl 1835 Merzifonlu Hacı İbrahim Dedebaba'nın Hakka yürümesi(p.o.1834)S.1yıl 1846 Vidinli Seyyid hacı Mahmud Dedebaba'nın Hakka yürümesi (p.o.1835) S.12yıl 1848 Sofyalı Saatçi Ali Dedebaba'nın Hakka yürümesi(p.o.1846)S.2yıl 1849 Çorumlu Seyyid Hasan Dedebaba'nın Hakka yürümesi(1848)S.1yıl 1868 Yanbolulu Elhac Ali Turabi Dedebaba'nın Hakka yürümesi(p.o.1849)S.19yıl 1871 Ali Celalettin Çelebi'nin Hakka yürümesi (doğ.1808) 1874 Selanikli Hacı Hasan Dedebaba'nın Hakka yürümesi(p.o.1868)S.6yıl 1878 Feyzullah Çelebi'nin Hakka yürümesi (doğ.1811) 1879 Konyalı Perişan Hafız Ali Dedebaba'nın Hakka yürümesi(p.o.1874)S.6yıl 1894 Aşık Veysel'in Doğması (25 Ekim) 1897 Malatyalı Hacı Mehmet Dedebaba'nın Hakka yürümesi(p.o.?)S.? 1907 Elhac Mehmed Ali Hilmi Dedebaba'nın Hakka yürümesi(p.o.1879)S.28yıl 1913 Hacı Feyzullah Dedebaba'nın Hakka yürümesi(p.o.1897)S.7yıl vekaleten,9yıl asaleten 1919 Mustafa Kemal Paşa'nın Kurtuluş Savaşı için destek sağlamak üzere Hacıbektaş'ı ziyareti(23 Aralık) 1921 Koçgiri Ayaklanması (6 Mart) 1921 A. Cemalettin Çelebi'nin Hakka yürümesi (doğ.1862) 1931 Sivas'ta Halk Şairleri Bayramı (5 Kasım) 1937 Dersim Olayları'nın başlaması 1937 Dersim İsyanı'nın Lideri Seyit Rıza'nın İdamı (15 Kasım) 1940 Hacıbektaş Dergahı'nın son Çelebisi Veliyettin Efendi'nin Hakka yürümesi (31 Mayıs) 1941 Salih Niyazi Dedebaba'nın Hakka yürümesi(p.o.1913)S.17yıl Türkiye'de,11yıl Arnavutlukta =28yıl 1949 Rıza Tevfik Bölükbaşı'nın Hakka yürümesi (30 Aralık) 1958 Hacıbektaş Dergahı'nın Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce onarıma başlanması 1960 Ali Naci Baykal Dedebaba'nın Hakka yürümesi(p.o.1930)S.11yıl vekaleten,19yıl asaleten=30yıl 1964 Hacıbektaş Dergahı'nın Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı'na bağlı bir müze olarak açılması (16 Ağustos) 1966 Birlik Partisi'nin Kurulması (17 Ekim) 1978 Kahramanmaraş Olayları 1980 Çorum olaylarının başlaması (4 Temmuz) 1983 Feyzullah Çınar'In Hakka yürümesi (24 Ekim) 1983 Aşık Daimi'nin Hakka yürümesi (18 Nisan ) 1989 Meluli Baba'nın Hakka yürümesi (14 Kasım) 1993 Sivas Katliamı (2 Temmuz) 1994 Feyzullah Ulusoy'un Hakka yürümesi (18 Mart) 1994 Karacaahmet Sultan Cemevi'nin İstanbul Belediyesince yıkılması (7 Eylül) 1995 Gazi Mahallesi Olayları (12 Mart) 1995 Detroit Bektaşi Dergahı kurucusu Recep Baba’nın Hakka yürümesi (14 Eylül) | |
| | | _CaNSu_ S.Moderatör
Mesaj Sayısı : 1162
Rep Gücü : 2063 Tecrübe Puanı : 3 Kayıt tarihi : 19/06/09 Doğum tarihi : 06/08/90 Yaş : 34 Nerden : özgür olduğum heryerden =) İş/Hobiler : öğrenci,gezmek Lakap : janjan
| Konu: Geri: bektaşilik nedir Cuma Haz. 26, 2009 5:25 pm | |
| Alevilik inanç, ibadet ve kurumlarının esasını oluşturan ehlibeyti ele alan makale, aynı zamanda Alevilikte ehlibeytin son dönemlerde hangi düzlemde ele alındığını da vermeye çalışacaktır. Buna göre makale ehlibeytin Alevilikteki yerinin tarihi ve kültürel boyutundan ziyade mitolojik ve inanç yönünü ele alacaktır. Modernleşme sürecinde yazılı kaynaklarla beslenen Aleviler, tarihi ve mitolojik olan iki ehlibeyt arasında kalmışlardır. Özellikle ehlibeyt konusundaki parçalanan inanç, mitolojik ve tarihi ikilemi sözel kültürün beslediği yazılı edebiyatın oluştuğu süreçte daha belirgin hale gelmiş ve yazılı kültürün sınırlayıcı alanına sıkışmıştır.
In this paper I dealt with “ehlibeyt” the basis of the belief and worship and instituons in Alewiten, as well as the context in which the term is dealt with in recent times. That means I focused on the “ehlibeyt” in Alewiten from the mythological and belief point of views rather than its history and cultural dimensions. Alewiten based on the written sources in modern process are closely pressed between two “ehlibeyt”; historical “ehlibeyt” and mythological “ehli beyt”. Namely verbal culture is transformed to the written culture and the first, being surrounded by the latter, changed in content.
Giriş
Geçmişten günümüze “Sünni”ler Alevilik konusunda asgari düzeyde de olsa bir kısmı yazılı kaynaklarda, bir kısmı da toplumun kolektif hafızasında yer alan bazı bilgilere sahiptir. Bu bilgiler, Aleviliğin Kızılbaşlık şeklinde nitelendirilmesine kadar ki dönemi de dahil hem içeriğini hem de düzeyini korumuştur. Aleviliğin tarihte birden fazla isimle tanımlanıp, son dönemde de Alevilik şeklinde isimlendirilmesi, Alevilik hakkındaki kanaati tek yönlü olarak değiştirmiştir.[1] Bu değişim aynı zamanda Aleviliğin kamuya açılmasını ve yer edinmesini sağlamıştır. Bu yeni konumlarında Alevilerin hem kendileriyle hem de Sünnilerle yüzleşmesiyle, geleneksel tutumda meydana gelen farklılaşma / değişim toplumsal hafızayı yeniden kurmuştur. Sonuçta Alevilerin kamusal alanda kendilerini daha çok ifade imkanı bulmaları sonucunda Sünniler, Alevilerin “inanç” ve “ahlak ilke”leri ile ilgili bilgilerinin hatalı olup amaçlı bir propaganda ile oluşturulduğunu kabul etme eğilimi göstermişlerdir.
Kamusal alanda görünmek ve Sünnilerin Alevilere ilişkin görece değişimi karşısında Aleviler, geleneksel tutumlarını koruyarak kendilerinin Müslüman oldukları, hatta İslam’ın özünü temsil ettiklerini savunmak “zorunluluğuna” devam etmişlerdir. Sünniler tarafından dile getirilen “inanç” ve “ahlaki zafiyet”ler[2] konusunda iki farklı durum ortaya çıkmış: 1-Ahlaki zafiyetlere ilişkin söylem, kamusal alanda kendilerine yer edinen Aleviler ile Sünnilerin karşılaşmaları, oluşturulan “utanç” alanının yeniden gözden geçirilmesine neden olmuştur. 2-Bu karşılaşma Sünnilerin Alevilere ilişkin öteden beri sürdürdükleri siyasal propagandanın bir parçası olan “utanç” alanını yeniden gözden geçirmekle kalmamış aynı zamanda Alevilerin de Sünnilere ilişkin öteden beri sürdürdükleri siyasal propagandalarının bir parçası olan “dini alanı: İslam’ın özünü” teşkil eden parçasını gözden geçirmelerini sağlamıştır. Bu bakımdan da Alevilere utanç alanı oluşturanların bu karışlaşma sonunda kendileri için de aynı alanı oluşturdukları gerçeğini görmelerine imkan sunmuştur.[3] Ta ki bu durum, bir televizyon programı sunucusu vesilesiyle Türkiye’nin kendi gerçeğini görmesine kadar sürdü. Topluluklar, utanç alanlarından bir televizyon program sunucusunun dile getirdiği “Kızılbaş” sözü üzerinden kurtuldular veya en azından programa gösterilen tepkiler ile bu program çerçevesinde yürütülen tartışmaların kamuoyuna yansıyan biçimiyle kurtulmaya çalıştıklarına dair bazı ipuçlarının ortaya çıktığı sonucunu çıkarabiliriz.
Ahlaki zafiyetlerinin dışında Alevilerin, Sünnilerin zihinsel dünyalarındaki görünürlüğünün bir başka yönü de Sünni inanç ve ibadetlerine olan “mesafe”leridir. Doğrusu bu, hem Sünniler hem de Aleviler tarafından tartışılmaya devam etmekte ve özellikle modern dönemde Alevi kimliğinin inşa sürecinde yeniden üzerinde durulan konular arasında yer almaktadır. Sünniler, Alevilerin özellikle ibadete (İslam’ın beş şartı şeklinde formüle edilen ibadetlere kayıtsız kalmalarına) dair tavırlarını eleştirirler. Bir kısım Alevi aydınları ise birçok dinin karışımı olduğunu söyleyerek inanç birikimleri itibariyle tamamen İslam dışı olduklarını ve Sünnilerin Alevilerin inançlarına ilişkin mevcut söylemlerini düzelterek veya ters yüz ederek eleştirdiklerini dile getirirler.[4]
Alevilerin Sünniler nezdinde bu şekilde görülmelerinin tarihi bir arka planı bulunmaktadır. Bize göre, Alevilerin konar-göçerlikten yerleşik hayata geçmeleriyle başlayan farklılaşma süreci Kızılbaşlar ve Bektaşiler şeklinde ayrılmalarına neden olmuştur. İsimlendirmeyle somutlaşan bu farklılaşma, haklarında yazılan metinlere de yansımıştır.[5] Kızılbaşlığa ilişkin yazılanlar üzerinde özellikle Osmanlı-Safevi devletleri arasındaki siyasal çekişmelerin etkisi olduğu açıktır.[6] Bektaşiliğe ilişkin yazılanlar ise iki genel başlık altında toplanabilir; Hacı Bektaş Veli’nin büyük pir olup, hatta Osmanlı Devleti’nin kuruluşu ve kurucuları üzerinde etkili olduğu görüşü ilkini oluşturur. İkincisi ise İslam dünyasının sahip olduğu kazanıma paralel şehir merkezindeki toplumsal yapı ve oluşturduğu sosyal ilişkilere bağlı olarak geleneğe aykırı davrandıklarına ilişkin görüştür.[7] Bunlara Alevilerin yazmış oldukları metinleri de eklersek, geniş bir literatür oluşturmaktadır. Bu metinlerde, bahsi geçen değerlendirmeler ışığında paralellik aynı zamanda zıtlıklar da bulunmaktadır.
Fakat Alevi çevrelerin kendilerine yönelik eleştirilere verdikleri cevapta, Sünnilerin haksız hatta yanlış bilgiye sahip olduğu ifadeleri büyük bir yer tutar. Bu eleştirilerin ana teması, haksızlıkların tarihi olayların yanlış yorumlanmasından kaynaklandığı ve dolayısıyla doğruların çıplaklığıyla görülemeyerek, haksız tarafı onaylayan tutum üzerinedir. Bu itirazları, bütün Müslümanlar için geçerli ortak tarih üzerinden yapılan tespitlerle dile getirmektedirler.[8] Tarihi ise Peygamber, ailesi ve yakın dostları teşkil etmektedir. Aleviler, Sünnilere getirdikleri eleştirilerini Peygamberin ve ehlibeytin taşıdığı mesajın yine Peygamberin yakın çevresi tarafından ehlibeyte teslim edilmemesi üzerinden oluşturmaktadır. Hakları çeşitli neden ve gerekçelerle ellerinden alınan ehlibeyt, bu hakkın geri alınması için mücadele etmiş, hemen hepsi bu uğurda şehit olmuş ve aileleri de dağılarak çok geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. İşte Aleviler, ehlibeytin mesajını günümüze kadar getirdiklerini hatta inanç, ibadet ve kurumların da bu dönemden kendilerine devrettiğini belirtmektedirler.[9]
İslam tarihinin temel kaynaklarında yer alan bu konu, tarihsel olaylar üzerinden Sünni ve Alevi çevrelerde iki tarih anlayışı oluşmaktadır.[10] Doğrusu Sünniler ve Aleviler arasındaki esas ayrışma tam da bu noktada yani ehlibeyt ve onlara karşı yapılanlarla başlamaktadır. Aradaki farkın görünürlüğü ise ehlibeyt konusunda Sünni ve Alevi çevrelerin kendi tezlerine dayanak olan aynı kaynak veya metinleri[11] ehlibeyte yapılanların doğru bilgisi olarak anlaması, sunması hatta dayatmasıyla ortaya çıkmaktadır. Kaldı ki bu metinlerin doğruluğu ve yanlışlığı taraflarca her zaman tartışılabilir ve zaten de tartışılmaktadır. Her iki kesimin, ehlibeyte yapılanları ele alan metin veya kaynaklara farklı bakış açıları, tarafların kendi tarihlerini kurmalarıyla sonuçlanmaktadır. Gruplar arası farklılaşmanın ortaya çıkmasının nedeni bu metinlerle kurdukları ilişkide yatmaktadır. Dolayısıyla güncelliği devam ettirerek günümüz sorunlarından geriye, siyasal, ideolojik içerikli yeni bir tanımlamayla “hayali topluluk” bu şekilde kurulmaya çalışılmaktadır.[12]
Yazılı metinlere nazaran sözlü aktarılan Aleviliğin tanım, tarih, kültürel, dini ve davranış boyutunun metinlere yansıyan biçimiyle gündelik yaşamdaki uygulamaları arasında farklılaşma bulunmakta ya da grubun dışından bakanlar açısından bütünlükten uzak görünmektedir. Metinler üzerinden Aleviliği değerlendirmeye çalışan Sünnilerin, uygulamalara yüklenen ve grubun kendi içerisinde sürdürülen anlamı göz ardı etmeleri bahsi geçen farklılaşmayı açıklama şanslarını ortadan kaldırmaktadır. Bu nitelikteki Alevilik tarihi, sadece Aleviler için geçerlidir. Alevilerin dışındakilerin hem anlama hem de yorumlama imkanı, grubun kullandığı dil olmadan güç hale gelmektedir. Hele bu dil olmadan eleştiri yapmak neredeyse imkansız görünmektedir. Bu imkan olsa bile, ana içerik anlamını hiçbir şekilde “yabancılara”[13] bildirme imkanı sunmayacaktır. Öncelikle Alevilik inançları “nâ-ehle” açıklama yasağından dolayı açıklanamaz, açıklanmak istense bile konunun kendisi, “Yezid”e[14] anlama imkanı vermemektedir. Özellikle modernleşme, Aleviler açısından en büyük problemi burada yaşatmış ve bazı çıkışlara rağmen onlar bu konudaki açıklamalarıyla yetersiz kalmışlardır.[15]
| |
| | | _CaNSu_ S.Moderatör
Mesaj Sayısı : 1162
Rep Gücü : 2063 Tecrübe Puanı : 3 Kayıt tarihi : 19/06/09 Doğum tarihi : 06/08/90 Yaş : 34 Nerden : özgür olduğum heryerden =) İş/Hobiler : öğrenci,gezmek Lakap : janjan
| Konu: Geri: bektaşilik nedir Cuma Haz. 26, 2009 5:27 pm | |
| İşte Aleviler ehlibeytin inanç, ibadet, kurum ve sosyal ilişki olduğunu bilirler. Başka bir deyişle Alevilik / Aleviler varlıklarını ehlibeyte borçludur. Günümüzde ehlibeyt hakkındaki geleneksel anlatım, sürdürülmeye çalışılmıştır. Fakat ehlibeyte yüklenen bu anlamın aktarılmasında kullanılan dilin yenilenme çabaları geç kalmıştır. Hatta bu geç kalış, geleneksel aktarımın içeriğinin zenginleştirilerek aktarılmasına mani olmuş ve söylemi “Sünni”leştirmiştir. Söylemin Sünnileşmesi, Alevilerin ehlibeyte yüklediği bu anlamın ortadan kalkarak, tarihsel şahsiyetler üzerinden yürütülmesiyle sonuçlanmıştır. Oysa geleneksel öğreti de “Yezid” terimi, bir şahıstan üretilen dünyanın / hayatın anlamıdır ve bu anlam, şahıs olarak Yezid’in ötesinde onun ve çevresinin temsil ettiği dünyadır. Bu dünya, modernleşme sürecinde şahıs ve terim üzerinden sloganlaştı ve çoğu zaman da bu haliyle kullanıldı. Oysa geleneksel ilişkisizliği ve geçici kullanımında Yezid, Alevilerin Sünnilere yönelik getirdiği eleştirilerle güncelleştirilerek içerik kazandırılamadığı için Yezidle sınırlı kaldı ve terim olarak da güncelleştirilemediği için Alevilerin gündelik hayatlarından çıktı. İşte zayıf ve cılız kalan bu söylem, Sünnilerin kendilerini tanımladıkları dünyanın veya Yezidle anlatılan dünyanın aynısı haline geldi. Bu tarih / anlatı ise, Sünnilerin tarihidir.[16]
Aleviler İçin Ehlibeyt
Alevilerin ehlibeyte yönelik bilgilerinin hemen tamamı buyruk ve deyişlerde vardır. Buyruklarda ehlibeytin kurucusu olduğu ibadet, kurum ve cezalar bulunabileceği gibi inanç, ibadet ve kurumların açıklanmasındaki mitoloji de yer almaktadır.[17] Aynı şekilde deyişler de bu mitolojinin parçalarını bir bir vermektedir.[18]
Alevi-Bektaşi nefeslerinde Adem (as)’dan Muhammed (as)’a kadar gelen bütün peygamberler aynı görevi, aynı mesajı ve aynı nuru taşıyarak getirmişlerdir. İşte Muhammed (as)’a kadar gelen bu nur Ali’ye, oniki imam, onlardan da dedelere devretmiştir. Nurun devamlılığı inancı Aleviler arasında “Muhammed-Ali bir nurdur” şeklinde formüle edilmiş olup bu inanç günümüzde de sürmektedir.[19]
Alevilikte Ali’nin mitolojik ve ilahi boyutlu olarak gösterilmesine dikkat çekeceğiz. Bu konu Alevilik-Bektaşilikte “sır” olarak belirlenen ama tanımlanamayan inancın merkezi konusu olarak görülmektedir. Başka bir ifadeyle “sır” başkalarına açıklanmamasından öte grubun kendi üyeleri tarafından da bilinemezlik, akıl erdirilemezliğini ifade etmekte ve dikkat çekmektedir. Zaten Ali’nin bu durumu insanları şaşkınlığa düşürmüş ve imanlı-imansız ayrımı da buradan başlamıştır.
Bu açıklamalardan sonra artık konunun daha rahat anlaşılacağı alana girebiliriz: “Elest bezm”inde Allah ruhlara “En yüce rabbiniz ben değil miyim” diye sorduğunda, “evet” diye cevap verdiler. Evet, diye cevap verenler Alevilerdir. Bunlar da dünya da Ali’ye iman edenlerdir. Sünniler ise sonradan kılıç zoruyla Müslüman olmuşlardır.[20]
Muhammed (as) Cebrail (as) eşliğinde miraca çıkarken önüne bir aslan çıkar ve ilerlemesine mani olur. Cebrail (as) ona peygamberlik yüzüğünü vermesini ister, Muhammed (as) de yüzüğünü çıkarır, aslanın ağzına atar ve yoluna devam eder. Bir yere kadar geldikten sonra Cebrail (as) Muhammed (as)’dan ayrılır. O, tek başına Tanrı’nın oturduğu tahtın yanına çıkar. Tanrı ile konuşurken bir sofra gelir, yemek yerken perdenin arkasında duran tanrı (bu perde sadece onun yüzünde olur[21]), perdenin arasından elini uzatır ve yemek yer. Buradan itibaren gelişen olayları anlatan farklı rivayetler bulunmaktadır. Bir rivayete göre Tanrı elini uzatıp yerken elinin üzerine bir pirinç tanesi düşer, diğer bir rivayete göre de Muhammed (as) perdeyi açar. Bir de ne görsün Ali! Buna şaşırır. Daha sonra Tanrı ile konuşup kelamı[22] alıp dönünce Ali’ye rastlar. Ali yüzüğü kendisine verir, elinin üzerinde pirinç tanesi durmaktadır. Diğer rivayet burada şöyle devam etmektedir: Perdeyi açıp Tanrı’nın Ali olduğunu gören Muhammed (as), Ali’ye rastlayınca ona şöyle der: “Senin bir anne ve babadan doğduğunu görmeseydim sana Tanrı/Allah derdim” buna bağlı olarak sonra söylenen ilk şey şu: “Bu Ali’nin sırrıdır, kimse onun sırrına eremez.”
Diğer bir örnek ise Muhammed (as)’ın Kırklar Meclisi’ne gelişidir. Muhammed (as) bir gün bir meclise uğrar, kapıyı çalar izin ister, fakat içerden bir ses: “Sen kimsin?” diye sorunca: “Muhammed Peygamberim” der, içerideki ses ona: “Burada peygamberin işi yok” der ve onu gönderir. Daha sonra yeniden gelir, aynı soruya karşılık: “Ben Muhammed” der, fakat aynı cevabı alır. Bir sonraki aşamada, Cebrail yardımına yetişir, gaybdan bir ses gelir ve soruya nasıl cevap vereceğini söyler. Aynı soru sorulunca bu defa: “Hâdimu’l-hâdimîn” der ve böylece içeri alırlar. Bir de ne görsün; en başta Ali oturuyor, içeride kendisiyle beraber otuz dokuz kişi var. Bunu görünce onların kim olduğunu sorar, onlar da: “Biz kırklarız, birimiz kırk, kırkımız da biriz” derler. Hemen oracıkta bir neşterin ucuyla bilek üzerinde bir yer kesilir ve bunun üzerine herkesin bileğinden kan damlar, bulundukları evin damından da bir damla kan damlayınca “Bu nedir?” diye sorar. Onlar da “Bu dışarıda olan Selman’ın kanıdır” derler. Sonra Muhammed (as) orada: “Ona bir üzüm tanesi getirirler ve bu bir tane üzümü kırk kişiye pay etmesini isterler”. Bunun üzerine Cebrail (as) yardımına yetişerek, cennetten bir tabak, içerisinde Kevser suyu bulunan bir ibrik getirir. Üzümü tabakta Kevser suyuyla ezer ve karıştırıp herkese sunar ve içerler. Bundan sonra kendilerinden geçen kırklar, semaha dururlar, bir süre sonra da tek beden olur uçarlar.
Örnekler çoğaltılabilir. Dikkatle fark edilip görülmesi gereken ve önemli olan husus, Aleviler için ehlibeyt ve ehlibeytin de merkezini oluşturan Ali inancının, merkezi bir yer tutuyor oluşudur. Aksi halde Alevilikteki ehlibeyt inancının anlaşılması zorlaşmaktadır. Hatta Alevilik kurumlarının mesela dedelerin talipleri üzerindeki etkisinin anlaşılmasının da imkanı yoktur. İşte yukarıda yer verilen örneklerden de anlaşılacağı gibi Alevilerin inanç dünyası ehlibeyt, ehlibeyt==Ali etrafında kurulmuştur.
Ali’yi merkeze alan konulardan bir diğeri de yine kutsal kitaplarla ilgili birkaç noktayı dile getirmek istiyoruz, Aleviler, “Dört kitabın dördü de hak, hepimizin başı Kur’an’a bağlıdır” şeklindeki ifadeleriyle kutsal kitaplarla olan ilişkilerini ortaya koyarlar. Dört kitabın dördü de Ali’yi anlatır. Hatta Kur’an’da geçen “a-l-y=A’liyyün” ifadelerinin tamamı Ali’dir. Burada vurgulanması gereken nokta, Kur’an’ın Muaviye ve Yezid zamanında değiştirildiğine dair inancın güçlü olmasıdır. Bunun anlamı, Muhammed-Ali yolu ilk insandan beri devam etmektedir. Fakat Muhammed (as) peygamberliği zamanda bir karışıklık oldu ve Muhammed belirtmesine rağmen kendisinden sonra ashabının çoğu, Ali’ye bağlanmadılar. İmanlarından ve ikrarlarından geri döndüler. Gerçekte bunlar Ali’nin sırrını anlamadılar. Şayet “Ali’nin gümana düşürme”sinin sırrını anlamış olsalardı, ikrarlarından dönmeyeceklerdi.
Dört kitabın dördünün de kutsal kabul edildiği Alevilikte, kutsal kitaplar birbirinin devamı olarak aynı konuyu aktarırlar. Bu kitapların sonuncusu Kur’an’dır. Muhammed (as) Cebrail aracılığıyla getirilmiştir. Ali ile ilgili yukarıda anlattığımız bütün hakikatler dört kitapta yer almaktadır. Kur’an’ın toplanma ve çoğaltılma zamanında Ali ile ilgili hakikatlerin bir kısmının çıkarıldığı ve değiştirildiği fikri, Halil Öztoprak’ın bu konudaki görüşlerinden dolayı idam edileceğine dair anlatılan söylencelerle daha da yaygın hale gelmiştir.
İşte Kur’an’ın değiştirilmesinin anlamı burada yatmaktadır. Çünkü Kur’an, Muhammed-Ali’yi anlatır. Sonradan Muaviye-Yezid ikilisi bu Kur’an’da yazılı olan bu hakikati değiştirdiler. Kur’an’ın hakikatinin değiştirilmesinden kast edilen de bizatihi Kur’an’ın harflerinin, kelimelerinin veya sayfalarının değiştirilmesinden ziyade Muhammed-Ali’nin “Konuşan Kur’an” oluşu, onların modellikleri ve ilişki biçimleri değiştirilerek, Kur’an’ın da emrettiği bir dünyadan geri dönmüş oldular. Bununla kalmayarak, inançlarından dönmeyenler de oldu ve mücadele ederek yok etmeye çalıştılar. Kur’an’ın söylediklerinin mücadelesini oniki imam devam ettirdi, günümüze kadar da bu mesajı ehlibeytin soyundan dedeler sürdürdü. Dolayısıyla onların söyledikleri de kutsal bir metin olarak kabul edildi çünkü tarihi aşan bir dokunma ile Kur’an’ın anlam ve mesajını taşımakta hatta sürekliliğini sağlamaktadırlar.[23]
Ehlibeyte ilişkin inanç, “Tevella ve Teberra” kavramlarıyla ortaya konulmuştur. Tevella ve Teberra, ehlibeyti sevmek, onu seveni sevmek ve onu sevmeyeni sevmemektir. Bu Alevi-Bektaşilikte temel olan ehlibeyte inancın, yaşamın bütününe etki etmesini sağlamaktır. Çünkü Alevi-Bektaşiler, Tevella ve Teberra’nın kendilerini “gürûh-ı nâcî” olmalarının bir şartı olarak görmektedirler.[24]
| |
| | | _CaNSu_ S.Moderatör
Mesaj Sayısı : 1162
Rep Gücü : 2063 Tecrübe Puanı : 3 Kayıt tarihi : 19/06/09 Doğum tarihi : 06/08/90 Yaş : 34 Nerden : özgür olduğum heryerden =) İş/Hobiler : öğrenci,gezmek Lakap : janjan
| Konu: Geri: bektaşilik nedir Cuma Haz. 26, 2009 5:27 pm | |
| Alevilik Kurumlarının Oluşumu ve Korunmasında Ehlibeytin Rolü:
I-Dedelik: Dedelik, Aleviler için temel kurumdur. Dedelerin soyu ve misyonları, Adem (as)’dan başlayarak Muhammed (as)’a kadar gelen ve oradan da Fatıma ve Ali üzerinden oniki imama ve ocakzade dedelere geçmesiyle kurulan bu bağlantıdan gelmektedir. İşte bu tevarüs, dedelerin dini ve sosyal hayatın bütününde otorite olması anlamına gelen faktörlerden birisidir. Bu bakımdan da inanç, ibadet ve sosyal ilişkilerin temini ve devamlılığında birinci derecede sorumlu olan da dedelerdir.[25] Adaletin ve doğruluğun taşıyıcıları olan ehlibeytin cisimleşmiş hali yani dedeler, her zaman bu misyonu temsil etmektedirler. Dedelerin sorumlulukları, hak, adalet gibi toplumsal taleplere cevap vermek olduğu gibi taliplerini kontrol etmek ve onların sorunlarını çözmeyi de içermektedir.
II-Musahiplik: Genel olarak iki ailenin kardeş olması anlamına gelen musahipliğin ilk kaynağı da Alevilikte yine Ehlibeyttir. İlk musahipler de Muhammed-Ali’dir. Peygamber ve arkadaşlarının bulunduğu büyük bir topluluğun huzurunda Muhammed-Ali için musahiplik toplantısı yapılmış ve bu toplantıda Muhammed-Ali’yi sahabeden örnek alan başka kimseler de musahip olmak için bu törene iştirak etmişlerdir.
Aleviliğin temel kurumlarından olan musahiplik, birbirlerini uzun bir süre tanıma devresinden geçiren eşlerin bulunduğu iki aile arasında yapılır. Musahiplik cemine, baştan sona sadece musahipli olanlar iştirak edebilmektedir. Musahip ceminde dede ve musahipli talipler bulunur ve kurbanı da ancak musahiplilerin yiyebildiği bir lokma ile cem gerçekleştirilir. Musahip olan kimselerin her bakımdan birbirine eşit olmasına dikkat edilir ve musahipliğin yaşamları boyunca da bu eşitliği korumaları inancı üzerine kurulur. Musahipli olanlar Alevilikteki her türlü mükafat ve cezai yaptırımların sorumluluğunu da ortak üstlenirler yani herkes birbirinden sorumludur.
Musahiplikle ilgili Buyruktan örnek bir metin verelim:
“İmdi musahiplik Muhammed-Ali’den kalmıştır. Eğer suâl nerede oldu derler ise Muhammed’in âhir hicretteki gazâyı rahmettir. Anda Cebrâil (as) eyitti ve bu âyeti getirdi. Kâle Allâhu Teâlâ yâ eyyuhe’r-resûlu belliğ mâ unzile ileyke min rabbike. Ve in lem tef‘al fe mâ bellağte risâletehu..[26] İmdi resûl buyurdu kim bir minber düzeler. Pes ashâp dediler kim yâ resûlallâh bu kanda kereste yoktur. Çün Hazreti Resûl tefekküre vardı derhal bu âyeti getirdi. Vallâhu yu‘simuke mine’n-nâsi.[27] Pes Resûlullâh buyurdu deve palanından minber düzeler. Andan Ali’nin elin alıp minber üzerine çıkıp resûllallâh eyitti kim yâ ma‘şara’n-nâsi elestu bi rabbikum ve enfusikum kâlû belâ yâ resûlellâh[28] dediler. Andan Hazreti Resûl eyitti yâ Ali ben ilmin şehriyim kapısı sensin Ali’yi kendiye musâhip kıldı ve Cebrâil gömleği cennetten getirmişti sâhib-i zamâna değin verese gerektir ve Ali niye ol gömleği içine verese gerektir. Ol dem lahmuke lahmî cismuke cismî demuke demî rûhuke rûhî[29] dedi. Bu arada bir kavli dahi vardır mürşid-i kâmil olup irşâda erişmiş kardaş bilip. Zîrâ sırr-ı muhaffiyâdır ermek dileyen mürşid-i kâmil nece zaman hizmet eylesin. Badehu resûl hazretleri buyurur ene minke ve ente minnî[30] dedi. Yani sen bendensin ve dahi ben sendenim demektir. Cemi’i enbiyânın kendi evlâdı kendi sulbünden geldi ve benim evlâdım senin sulbünden gelse gerektir dedi.”[31]
III-Düşkünlük-Dar: Alevilik inanç, ibadet, kurum ve sosyal ilişkilere yönelik normların ihlali halinde cezai müeyyide koymuştur. Konulan cezalar hem dede hem de talipler için geçerlidir. Belirlenen ilkeleri çiğneyen kimselere “Düşkün” denir. Bu normlardan birisini ihlal eden birey için sorgu meclisi kurulur ve buna da “Dar” denir. Bu, suç işleyen bireyin cemde dedenin ve cemaatin huzurunda yargılanması anlamına gelmektedir. İşlenen suçlara göre tespit edilen cezalar da bulunmaktadır. Bu cezalar, Aleviliğin temel kitabı olan Buyruklarda bulunmaktadır. Herhangi bir olay meydana gelir ve bunun için gerekli işlemler yürütüldükten sonra ilgili suçun cezası için Buyruğa bakılır ve verilen cezanın durumuna göre cemaatin kabulü ve katılıyla uygulanır. Aslında kurallar ve cezalar sürekli anlatılarak, caydırıcılığı sağlanmış olmaktadır. Zaten cezalarda esas olan da bireyin cemaatin üyeleriyle aralarında vuku bulacak bir sorundan dolayı diğer bireyler üzerinde hiçbir hakkın kalmaması ve rızalık almasıdır.[32]
Düşkünlük ve Dar konusunda Buyruktan örnek metin verelim:
“El-Müntehâ. Zîrâ hakîkat menzilinde olmuş olur. Eyle olsa müntehâ günâhkâr olsa ve günâhın bilip meydana düşer ise ol vakit hemân niyâz ide ve üç akçe tercümân vere. Ammâ sehviyle olsa kebâir olmasa böyle gerektir. Ammâ günâhın gizlese ve biri görse günâhını özür eyle diyip andan sonra özür eder ise ol zaman ziyâde sitem ve tercümân çeker. Zîrâ günâhkâr olur.
Bir dahi budur ki günâh-ı kebâir eylese gelip mürüvvet dese tarik sitem on iki dahi tercümân on iki gündür. Ammâ sen günâhkârsın niçin özür dilemezsin deseler ol dahi inât edip hüccet getirse ol zaman ret eyleyeler tâ ki kırk gün çile çeke ve yine kardâşlâr mürüvvetiyle kabûl ola.
Ammâ iki kardâş birbiriyle gönül dokuşsalar biri mürüvvet deyip günâhın dilese on iki sitem ve on iki tercümân alalar. Ammâ biri inât edip hüccet eylese bu bâpta ben günâhkâr olmazam dese ret oluna kardâşlar mürüvvetiyle kabul oluna.
Ammâ bir kardâş sen şöyle eylemişsin dese ol dahi inkâr eylese ol cemiyet varsa ve cemiyet yüzünde inkâr eylese âhir ol günâh ana sâbit olsa ol vakit ret yoktur. Hemân kırk sitem vuralar. Ammâ tercümânın ol cemiyeti veren çeke ve üstâtlar kavli budur ve hem müntehâya kırk sitem ve kırk akçe tercümân ve bir akçe eksik olmaya ve eksik olmak câiz değildir. Yüz görmektir. Ecri rehber ve A’yni cem çeker. Belki yüz kara olur ve dahi bir kişi rehberine daim hüccet ehli olsa rehberi andan incinse merdûttur veyâhut ya kim sır acıcı olsa veyâhut taş atsa merdûttur ebedîdir. Anın kabulü üstâtlar dergâhında olur veyâhut bir kâmil fâzıl kimse olsa andan tesellî alsalar kabul eylese olur. Ammâ seksen sitem vuralar ve nâlan ideler ve yine yüz altmış akçe tercümân alalar. Eğer eksik olsa câiz değildir.”[33]
Sonuç
Alevilikte, inanç, ibadet, kurum ve sosyal ilişkiler doğrudan ehlibeyt üzerine kurulur ve bütün bunlar ehlibeyt üzerinde cisimleşir. Bu bakımdan da ehlibeyt, Aleviliğin bütününü teşkil edecek kadar belirleyicidir.
Alevilikteki ehlibeyt anlayışının merkezinde “Ali” bulunmakta ve bu Ali de Muhammed-Ali-ikilisiyle birlik oluşturmaktadır. Muhammed-Ali ikilisinin bütünlüğü tanrısal nurdur ve bu nur da oniki imamlara ve onların soyundan olan dedelere intikal etmiştir. Temel kurumlardan olan Cem, Musahiplik ve Dedelik, Muhammed-Ali ikilisi üzerine kuruludur. Bu kurumlar, Alevi olmanın temel şartları arasında yer alır ve yapılması zorunludur ve aynı zamanda kurumlar içerisindeki konumları da kendi soylarından gelen ehlibeyte miras kalmıştır.
Alevilikte, Ali konusunda ikili bir anlatım bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, grubun içinde dolaşan ve “sır” olan, diğeri de grubun dışındakilere tarihi kişilik damat ve halife olarak sunulan Ali’dir. İki Ali’den ikincisi modernleşme sürecinde daha da belirgin hale gelmiş, okuryazarların dünyasında sözel kültürün sunduğu biçiminden kurtulmuştur. Bu da haliyle Alevilerin Ali konusundaki inançlarını Sünnilerle aynı çizgiye doğru zorlamasına katkı sağlamaktadır.
Alevilik, tarihi duruşunu Ali’nin bu sırrı üzerine kurmuş ve bu anlamın korunması için muhafaza etmiştir. Oysa modernleşme sürecinde bu tanım, Aleviliğin “Yezidlik” olarak tanımladığı Sünniliğe yaklaştırması ve Sünnileştirmesi anlamına gelmektedir. Aleviliğin geleneksel anlatımda bir bütün ve tek olan Ali’si modernleşme sürecinde parçalanmıştır. Artık Alevi “sır”rının merkezinde bulunan Ali, söylencenin Ali’si olmaktan uzaklaşmaktadır.
| |
| | | | bektaşilik nedir | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|