masum kedi Administratör
Mesaj Sayısı : 751
Rep Gücü : 1790 Tecrübe Puanı : 1 Kayıt tarihi : 19/06/09 Doğum tarihi : 20/01/91 Yaş : 33 Nerden : ...ßa$keNt... İş/Hobiler : woleybol,tiyatro =) Lakap : kedyciqq =)
| Konu: Geçmişin Geleceği Cuma Haz. 19, 2009 10:37 pm | |
| KİTABIN ÖZETİ :
Yazar kitabın basında Nurullah Ataç’ın divan şiirinde ne kadar usta olduğunu, divan şiirinin gittikçe unutulduğunu, şimdiki şairlerin ise şiir çevrimleri yapmaya başladığını fakat bunda başarılı olamadıklarından bahsediyor. Sonrasında ise kitap yazmanın zorluğunu hatta “sizler kimin için yaşıyorsunuz ?” sorusuna sanatın, felsefenin ve bilimin artan bir hızla korkunç bir yenileşme ve gelişme içinde olduğunu, yazılan kitapların toplumsal koşulların incelenmesinin sanat, sanat problemlerinin çözmeye yetebileceğini ve edebiyatın sanat için sanat adı altında görünmesinin gelecek toplumun yüce sanatının kurma anlamında yorumlanması gerektiğini anlatıyor.
Kitabın akışı içerisinde müstehcenliğin ilkel bir düşünce kavramı içinde roman kavramı yarattığı kişileri bildiğimiz tanıdığımız kişilerden daha da uzun bir etkiyle günümüze yansıdığını, yazılan kitapların okuyucuya ayrılmasının iyi olmadığını savunarak okumanın zihnimizi canlılığa kavuşturmanın en güzel yol olduğunu belirtiyor. Tarihsel yapıtlara inildiğinde simyacılık yani madenciliğin ilk insan ateşi bulması ile başladığını vurguluyor. Sanat ve edebiyat akımının şaka gibi ortaya çıktığını, çekilen fotoğrafların konuya başka bir canlılık getirdiğini, insanoğlunun doğanın bir parçası olduğunu ve doğanın ilkel ve uygar olmadığını, ilkel olanın sadece insan olduğunu belirtiyor.
Gözün, uygarlığın 3 büyük eylemi olan, yazının, resmi ve yonutu algılama organı olarak kalması gerektiğini, okumanın resimli romanla yozlaştığını farkında olunması gereken durum olduğunu, sinema ve televizyonun bu kavram içerisinde okuma yazma çağını sona erdireceğini ve bundan en çok az gelişmiş ülkelerin zararlı çıkacağını belirtiyor.
Modanın dilde etkisini sürdürdüğü şu günümüzde hiçbir dilin hiçbir zaman yozlaşmayacağı anlamına gelmeyeceğini, İtalyanca olan mobilya sözünün sonradan Fransızca olan moble sözü olarak biçim aldığını ve bundan da Türkçe sözler dururken yabancılaşmanın dilde de gerçekleştiğini “çerçeve Mart 1988” yazısında anlatıyor.
Yazar nasıl bir kimlik adlı yazısında Ortodoks Müslümanlığının felsefeyi yasakladığını bununla bilimsel kuşkunun bir türlü yerleşmediğini geri kalmışlığımızın bu olduğunu savunuyor.
Yazar espri nedir ? İsimli yazısında karikatür sınıfının espriyi de içerdiğini insanın hem gülen hem de gülünen bir yaratık olduğunu ve espri meraklılarının da sık sık pot kıracaklarını ve bu hevese pek düşmemelerini anlatıyor.
“Çerçeve Aralık 1989”
Fener ve Fenerbahçe yazısında fener sözcüğünün her tarafı cam yahut kağıt veya muşamba ile çevrilmiş lamba muhafazası olduğunu, Fenerbahçe’nin ise tarih içinde her yıl 30 gün süren bağbozumu bayramını yapıldığı Bizans dönemindeki bir kulenin önünde denizin içinde büyük dikdörtgen, yontma taştan yapılmış iki bin yıl deniz dalgalarına göğüs gerecek bir yapı olduğunu fakat bizim kuşağın yaşadığı ve tanıdığı Fenerbahçe’nin tanınmayacak kadar çok değiştiğini anlatıyor.
“ Çerçeve Nisan 1988”
Yer olamayan yerler isimli yazısında ilk çağda ölünün bedeni gömülmezse ruhun azap çekeceğini ve mezarlıkların kentlerden ötelere konulması gerektiği anlatılıyor.
Buna benzer bir anlatılma delilik üstüne isimli yazısına bugünkü akıl hastanelerinin Osmanlı zamanında bimathane olarak yürütüldüğünü fakat anlamının hastane olduğunu Kanuni zamanında açılan ilk tımarhanenin de iyileştirme yöntemleri arasında kırbaçlamanın da bulunduğunu belirterek “kendi aklımızdan her zaman değil zaman zaman kuşkulanalım” diye bitiriyor.
“Çerçeve Haziran 1988”
Hermetizmin simyacıların büyü ile ilgili öğretileri için söylenmiş söz olduğunu, kıskançlık duygusunun ve kendini övmenin yada büyük görmenin Manisa (Spylos) yakınlarında baraj diye anılan yörede dikkatlice bakıldığında gözlerindeki oluklardan su akan taşlaşmış Niöbeyi görmenin mümkün olduğunu ve sebebinin ise niobenin on iki çocuğunun birden öldürülmesi olduğunu anlatıyor.
Kitabın ana teması genelde sanat, şiir, resim üzerine yazılmış konular olduğu anlatıyor. Konularında biride 30 yıl sonra isimli yazısında Türk seçkinlerine göre 2020 yılında Türkiye’nin ekonomide bugün olduğundan çok daha müreffeh uluslar arasındaki ekonomik gelişmişlik sıralamasında yukarılara doğru tırmanmış fakat gelişmiş ülkeleri henüz yakalayamamış bir Türkiye’nin olabileceğini anlatıyor.
“Cumhuriyet Kitap 11/09/1999”
Doğaya olumlu katkısı olamayan hiç dokunmasın; Kendi halinde bırakılan doğa hiçbir zaman ilkel değildir. Kendi başına var olandır. O anlamı budur sadece anlaşılan Heraklatios aldattı bizi o gün bu gün zaman akıp gidiyor diye tutturmuşuz.
Belki de ölüm bu akıntıda boğulmaktadır. Bizde elmanın kilosu 1000 liradan gidiyor; Cezanne’nin elma sepeti tablosu satışa çıkarılsa yüz milyonlarca satılırdı. Ne tuhaf aslı ucuz taklidi pahalı işte sanatın gücü demek geliyor insanın aklına pencereden bakarken dışarıya değil de camı görebilsek şiirin ne kadar olduğunu anlarız. Tarihçinin masalcıdan ne farkı vardır? Bilmediğimiz uzak bir geçmişin olaylarını okurken masal dinlediği havasına kim kapılmaz ki. Bütün eski tarihçiler masalcıdırlar ve şunu da ekleyelim ki her geçmiş bir masaldır diye bitiriyor Melih Cevdet ANDAY kitabını.
Not : Kitap özetlerindeki fikirler yazarların özel fikirlerini yansıtmaktadır. | |
|